Her kadının hayatta en mutlu olduğu zaman kuşkusuz bebeğini ilk dünyaya getirdiği andır. Riskli gebeliklerde anne adayları hem kendileri hem de bebekleri için tedirgin olsa da bu konuda devreye perinatoloji uzmanları giriyor. Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli isimlerden birisi ise Prof. Dr. İbrahim Bildirici. Hacettepe Tıp Fakültesi’ni birincilikle bitirip ardından ABD’de riskli gebelikler üzerine ihtisas yapan İbrahim Bildirici, üstün yeteneği sebebiyle Washington Üniversitesi’nin özel vizeyle ABD’de kalmasını istediği bir isim.
Bir süre görevini Amerika’da yapan İbrahim Bildirici, çocuklarının Türk kültürüyle büyümesini istediği için yurda geri döndü.
Riskli gebelikler uzmanı olarak Acıbadem Maslak Hastanesi’nde hizmet veren İbrahim Bildirici’yle hem perinatoloji branşını konuştuk hem de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne özel bir röportaj yaptık. Sadece kadınların değil erkeklerin de mutlaka okuması gereken bir söyleşi oldu.
Doktor olmaya ne zaman karar verdiniz?
Benim babam da kadın doğum uzmanıydı. Annem eczacıydı. Ailem uzun yıllar özel hastanecilik yaptı. Ben de evin büyük oğluyum. Kendimi hep, doktor olup o işi devam ettiriyor gibi düşündüm. Tamamen o işin içinde büyüdüm. Babam aslında bana ‘Oğlum kendini doktor olmak zorunda hissetme.’ dedi, Tıp Fakültesi’ne girdim. Tıp Fakültesi’ne girdiğimde ‘Kadın doğum zordur.’ dedi, biz hem kadın doğum uzmanı olduk hem de Amerika’ya gidip riskli gebelik uzmanı olduk. Babamı pek dinlemedim bu konuda ama etkisi çok büyüktür. Çocukluğumda her gün evin telefonu çalardı, ‘Şu hastanın suyu geldi, diğer hastanın açıklığı var.’ cümlelerini duyardım.
Çok başarılı bir eğitim hayatının ardından Hacettepe’yi birincilikle bitirdiniz. Türkiye’de görev yaptıktan sonra ABD’deki Washington Üniversitesi’ne kabul edildiniz. Gidiş amacınız neydi?
Ben Hacettepe’yi bitirdiğimde Perinatoloji yan dalı yapmak istedim. O zaman Türkiye’de yan dal eğitimi yoktu. Tıp Fakültesi’ni bitirmeden ABD’de uzmanlık sınavlarını almıştım ben. Bunun üzerine ‘Gidip ABD’de bu üst ihtisası yapayım.’ dedim. Ben ihtisasın ardından Hacettepe’de riskli gebelikler üzerinde çalıştım. Bu iş hoşuma gitti, dünya standardında eğitim alıp tekrar geri dönme düşüncesiyle ABD’ye gittim. 3 yılın sonunda beni orada tutmak istediler.
Amerika’da sizi bırakmak istememişler, ayrıcalıklı bir vize vermişler. Bu konu nasıl gelişti?
Evet bana O-1 vizesi verdiler. ABD’de üstün yeteneklilere verilen bir vize çeşidi bu. Washington Üniversitesi bana bunu sağladı. Bu sebeple üst ihtisasımı yaparken hocalarıma minnettar kaldım. Beni sevip desteklediler. Orada çok güzel çalışmalarımız oldu. Hem kliniğin hem de araştırma tarafının bana ihtiyacı olduğunu düşündüler. Washington Üniversitesi bana avukat tutup dünyadan çeşitli referanslar aldılar. Bunun üzerine de ‘Biz Washington Üniversitesi olarak İbrahim’e üstün yetenekli insan vizesi vererek kendisini tutalım.’ dediler. Üst ihtisasımı yaptığım vizem, ihtisasın ardından 2-3 sene içinde Türkiye’ye dönmemi gerektiriyordu. Bunu ortadan kaldırmak için ‘ABD’nin bu adama ihtiyacı var.’ diyerek bu düzenlemeyle beni tuttular. Profesyonel anlamda Amerika’da gördüğüm desteği hiçbir yerde görmedim.
Evliliğinizi ABD’de mi yaptınız?
Ben ihtisas yaparken evlendik. İhtisasın 3. senesinde evlendik. Eşim Tülin Bildirici de radyoloji uzmanı. O da o zaman Radyoloji ihtisası yapıyordu. Hacettepe’den sınıf arkadaşımdı. Hacettepe’yi bitirdikten sonra Gazi Radyoloji’de ihtisas yaptı. İkimiz ihtisası bitirdikten sonra beraber ABD’ye gittik.
Çocuklarınız ABD’de doğdu. Çocuklarınız kaç yaşındayken dönme kararı aldınız?
Çocuklardan birisi 4-5, diğeri 2-3 yaşlarındaydı. Kurulu düzenimiz vardı, güzel bir evimiz vardı. Ben çocuklar olduktan sonra, özellikle kızımız doğduktan sonra ülkemizde yetişmelerini, dedelerini, ninelerini tanımalarını, kültürümüzü öğrenip Türk olarak büyümelerini istedim. Hayalim buydu. Akademik olarak çok hırslıydım. Hacettepe’ye birinci girdim, birinci çıktım. ABD’de üst ihtisas yapmak, hoca olmak istiyordum. Hepsini gerçekleştirince kendime ‘Sen bundan sonra nereye çalışacaksın?’ sorusunu sordum. Çok şükür maddi olarak da hiçbir ihtiyacı olmayan bir aileden geliyordum. Tüm ömrümü ABD’de mi geçireceğimi düşünmeye başladım, o zaman Türkiye’ye dönme isteği ağır bastı.
Sizin branşınız Perinatoloji. Perinatoloji nedir?
Perinatoloji, anne ve bebek sağlığıyla ilgilenen, gebe kadın ve anne karnındaki bebeğin sağlığıyla ilgilenen bölümdür. Burada birkaç nokta var. Her gebe aslında belli noktalarda, 12. hafta ve 21. haftalarda bebeklerde bir anormallik olup olmadığını görmek için bize uğramalı. Onun için kadın doğumcu meslektaşlarımızla kol kola çalışan bir yan dalız bir. Özellikle 12. hafta, bebeklerde bir genetik bozukluk olup olmadığı konusunda önemli bir dönem. Burada bebeğin ense saydamlığı, burun kemiği gibi noktaları değerlendiriyoruz. Artık ultrason teknolojisi de çok gelişti. Bebekte erken tespit edilebilecek bir anormallik olup olmadığını değerlendiriyoruz. 20 ya da 21. haftada da tüm organlarına bakıyoruz. Beyinden kalbe, baştan ayağa tüm organlarına bakıp yapısal bir anormallik olup olmadığını kontrol ediyoruz. Bazı sistemlerde yüzde 100’e yakın, bazı sistemlerde yüzde 70, 80 hassasiyetle tüm organları değerlendiriyoruz. Çoğu durumda biz, aileleri rahatlatan konumdayız. Diğer taraftan da mesela ciddi bir kalp hastalığı var, bu yaşamla bağdaşıyor mu, doğarsa ne gibi müdahaleler gerektiriyor, nasıl bir yerde doğması gerekiyor gibi durumlara bakıyoruz. Bazen multidisipliner branşlarla iş birliği yaparak doğumunu planladığımız durumlar oluyor. Bazen de önemli bir handikap ya da engelli kalma durumu varsa, ailelerle birlikte gebeliği sonlandırma kararı uygun mu diye konuşuyoruz. Bu gibi durumlar branşımızı anlatıyor.
Gebe kalan ya da kalmak isteyen kadınlara en önemli tavsiyeleriniz neler?
Birincisi adet tarihlerini not etmeleri. Bunu bilerek test yaptırma şansları oluyor. Günü geçtiğinde tercihen kan testi yaptırıp bir kadın doğumcuya gitmeliler. Peşinden doktor tavsiyesi doğrultusunda folik asit başlamalı. Folik asit başlayan kadınlarda ‘nöral tüp defekt’ dediğimiz, bebeğin sırtında, omurgasında anormallik başta olmak üzere çeşitli doğumsal anormallik riski azalıyor. Bunun dışında diyelim ki çeşitli dahili hastalıkları var ve düzenli ilaç kullanıyorlar. Bu ilaçlar güvenli mi? Bunları danışmak gerekiyor. Bu ilaçlar güvenli değilse hem kendi hastalıklarını kontrol etmeli hem de güvenli ilaçlarla değiştirmeleri gerekiyor. Bazı enfeksiyonlara bağışıklığı olup olmadığına bakılmalı. İlk söyleyeceklerim kızamıkçık ve su çiçeği. Her genç kız, her anne adayı, kızamıkçık bağışıklığını bilmeli, bağışıklığı yoksa gebelikten önce aşılanmalı. Çünkü bunlar canlı aşı ve gebelik sırasında yapılmıyor. Kızamıkçık bağışıklığı olmayan bir anne adayını aşılıyoruz, ‘3 ay gebe kalmayın, aşı tutsun, ondan sonra gebe kalın.’ diyoruz.
“Gebelik yalnızca anne sağlığıyla sınırlı değil”
Sağlıklı bir geleceğin teminatı aslında gebelik öncesinden başlıyor. Her kadının gebelik öncesinden aldığı tedbirler, bir sonraki kuşağın sağlığını etkiliyor. Ben ABD’de plasentayla ilgili çalışmalar da yaptım. Plasenta aslında olmayan bir organ. Gebelik sırasında oluşuyor ve gebelik tamamlandığında görevini tamamlıyor. Bu yönüyle bir sonraki kuşağı etkileyen organ. Muazzam bir şey. Gebelik sırasında annenin bazı riskli durumları, bebeğin doğumdan sonraki diyabet gibi hastalık riskini belirliyor. Mesela erken doğumlarda hipertansiyon, diyabet gibi riskler artıyor. Buna rahim içinde ileriki yaşamın programlanması deniyor. Gebelik yalnızca anne sağlığıyla sınırlı değil, sonraki hayati risklerini belirleyen bir süreç oluyor.