KÜLTÜR-SANATManşet

Neriman Oyman’ın masalsı dünyası tarihî Hüsrev Kethüda Hamamı’nda canlandı

Kendini, “Renkleri duyan, sesleri gören kadın” olarak tanımlayan ressam Neriman Oyman; 40 yıllık sanat yolculuğunu, küratörlüğünü Zeynep Öztürk’ün üstlendiği “Bir Yokmuş” la Bitmeyen Masallar” isimli sergisi ile geçtiğimiz ay taçlandırdı.

Resmin sadece bir ifade biçimi olmadığı, her fırça darbesinin, her renk geçişinin kendisi için yeni bir keşif olduğunu söyleyen Neriman Oyman’ın masalsı dünyasına ait eserler, 26 Kasım – 2 Aralık tarihleri arasında Tarihî Hüsrev Kethüda Hamamı’nda sanatseverlerle buluştu. Bu masalsı sergi öncesinde Neriman Oyman ile sanatın içinde geçen kırk yılını konuştuk;

Kırk yıldır bitmeyen bir tutku sanat sizin için. Biraz geçmişe gitsek, resme olan tutkunuzu nasıl başladı?
Dört çocuklu bir ailenin en küçük çocuğu olarak doğdum. Resme olan tutkum, çocukluk yıllarıma dayanıyor. Çocukken bulduğum her boşlukta, evin her köşesinde resim yaptığımı hatırlıyorum. Elimdeki boya kalemi küçülüp bitene kadar çizerdim. Çok küçükken çamurdan bebekler de yapardım kendime. Resim benim için her zaman bir keşif yolculuğu oldu. Küçüklüğümden beri renklerin, çizgilerin dünyasında kaybolmaktan hep çok keyif aldım. Profesyonel resim hayatım ise Avni Memedoğlu’nun atölyesinde başladı. 1992 yılından bu yana da kendi atölyemde çalışmalarıma devam ediyorum. Ailemin bir kısmı Mısır’dan diğer kısmı İran’dan gelmiş. Van’da bir süre kaldıktan sonra İstanbul’a göçmüşler. O nedenle çok zengin bir kültürel yapı içinde büyüdüm. Dünya tarihinin, siyasetinin ve elbette sanatının şekillendiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Doğu – Batı sentezi içindeyiz. Ben bundan çok iyi besleniyorum. Zamanla resmin sadece bir ifade biçimi değil, aynı zamanda iç dünyamı keşfetmenin ve yansıtmanın en güçlü yolu olduğunu fark ettim. Her fırça darbesi, her renk geçişi, benim için bir keşif; bazen çocukluğumun o ilk anına geri dönmek, bazen de tamamen yeni bir dünyaya adım atmak gibi. Bu yüzden kırk yıldır resim yapmaya devam etmemin arkasındaki en büyük motivasyonum; bu bitmek bilmeyen keşif arzum.

Eserleriniz oldukça yoğun duygular ve kurgular barındırıyor. Oldukça emek ve zaman almalı, bu da bir adanmışlık gerektirir. Peki her gün tuvalin başına geçtiğinizde sizi üretmeye teşvik eden şey nedir?
Atölyemde kendimle baş başa kaldığımda bütün dış seslere kapımı kapatıp boş tuvalin karşısına geçerim. Tuvalin karşısına akıl almaz beyazlığın karşısına geçtiğimde orayla bir bağ kurarım. Bir düşünün, o akıl almaz beyazlığın ortasında bir masal yaratacaksınız. İnsana dair masallar, yaşayan üç canlıya dair masallar. İnsan, hayvan ve bitki temaları. Benim temalarım bunlar. Yani doğanın üçüzleri diyebilirim ben bunlara. Buradan yola çıkarım, doğadan beslenirim, hayvandan beslenirim, insandan beslenirim, bir kıpırtıdan bile beslenirim. O yüzden bazen yalnızca renklerle duyarım. Başka sesler karışmaz o renklerin arasına. Bütün zamanların ve uygarlıkların bilgisinden beslenen iç yansımalarım, çalışmalarımda etkisini gösterebilir. Bu etkileşim içerisinde geçmişin izlerini şimdiye dahil ederken geleceğin belirsizliğine yol aldığımı hissederim. Bu benim hem bilinir hem de bilinemez zamanların içinden izdüşümlerimle geçerek yine ve yeni bir doğuşa varma yolculuğumdur. Ben atölyemde susarak çalışırken çok şey söylüyorum aslında. Çok gevezeyim. Fırçamla sürekli dünyadan aldıklarımı resmediyorum.

Eserlerinizin renkli olmasının bir sebebi var mı?
Sanat çok renklidir, evrensel bir dili vardır ve güçlü bir iletişim aracıdır. Duygu ve düşüncelerimi sanatın diliyle özgürce, daha iyi ifade edebildiğimi düşünüyorum. Renklerinde her birinin bir dili var. Ben hepsini bir araya getirip nasıl bir dil yaratırım, ona çalışıyorum. Renkler; önce yöreseldir, sonra ulusal, ardından evrensel olurlar benim gözümde. Ben, varlığımı insanda bulurum. Varoluşumu anlamlandırdığım coğrafyayı kapsayan ve oradan dünyaya açılan bir pencereden bakarak yansıtırım iç dünyamı. Ben bu toprakların çocuğum. Bu topraklarda acı ve sevinç iç içe baktığınızda. Her duygunun zamansız bir renk değeri var bende. Yaşadıklarım, gördüklerim, dinlediklerimden etkilenirim. Değişen ruh hâlim yaptığım eserlere de yansır. Tüm figürler gülebilir de bir eserde hepsi birden ağlayabilir de. Bir durum karşısında biri sevinirken biri üzülebilir. Bende öğrenme hevesi hiç bitmiyor. Hayat bir üniversite, hayat bir okul. Bu okul ben ölünce bitecek.

Biraz da sergiden bahsedelim. Kırkıncı sanat yılınızda sanatseverler sizi ne tür çalışmalarla görecek?
Küratörlüğünü Zeynep Öztürk’ün üstlendiği “Bir Yokmuş’la Bitmeyen Masallar” isimli sergim için yaklaşık 1.5 yıldır çalışıyorum ama yorgun değilim. İçim kıpır kıpır, mutlu, heyecanlı. 40. sanat yılımı kutlayacağım bir anlamda. Resim benim dilim, sözlerim. Doğaya, insana, yaşama, dünyaya ve evrene dair duygu ve düşüncelerimi; farklı renk ve kombinasyonlarla buluşturup tuvalime yansıttım. Biraz sıra dışı renkler de görecek sanatseverler tuvallerde. Ben kendi masallarımı yazıyorum her bir tuvalime. Aslında her bakan, kendi masalını okuyacak orada. Her bir detayda kendisi ile ilgili bir ayrıntı yakalayacak. “Bir Yokmuş”la Bitmeyen Masallar; Artists&Collectors ev sahipliğinde 26 Kasım – 2 Aralık tarihleri arasında Tarihi Hüsrev Kethüda Hamamı’nın büyülü atmosferinde ziyaret edilebilir.

İlgili Mesajlar

1 of 2.182