Aşırı gürültü ve çok yüksek volüm müzik dinlemek, kulakta ciddi bir akustik travmaya yaratır. İşitme kaybında sadece gürültü değil, kahve tüketimi, stres de önemli etkenlerden.
Ülkemizin değerli tıp insanlarından biri olan Profesör Doktor Dilaver Özturan Kulak Burun Boğaz hastalıklarında çok önemli ve değerli bir hekimdir. Dilaver Hocamızı Acıbadem Fulya’daki ofisinde ziyaret ettik ve KBB konusunda merak ettiklerimizi sorduk, samimi cevaplar aldık. Gelin birlikte okuyalım.
Hocam günümüzde sıklıkla “alerjik hastalıklar ve besin alerjileri” görülüyor. Acaba yoğun bir şekilde hazır gıdalar tüketmemiz, vücudun doğal yapısıyla uyumsuz, sindirimini gerçekleştiremeyen, aşırı hassas insanlar mı yapıyor?
Yediğimiz besinlerde, soluduğumuz havada problem var. Yediklerimizin çoğu genetiğiyle oynanmış gıdalar ya da raf ömrünü uzatmak için içlerinde inanılmaz katkı maddeleri var. Tabii başka problemler de var; bunlardan biri de artık ‘her şeyin aroması olması’. Yediğimiz şeylerin bir kısmı zaten aroma. Bugüne kadar alerji deyince biz hep solduğumuz havadan, gözümüze, burnumuza yapışan polenlerden bahsederdik. Oysa şimdi başka şeyler konuşmaya başladık. Tipik alerjik reaksiyon veren gıda alerjileri görmeye başladık. İnsan sonuçta aynı insan ama yediği farklı. Böyle olunca vücut farklı reaksiyonlar gösteriyor. Tükettiğimiz şeylerin türü değişti. Görmediğimiz hastalıklar görmeye, daha önce olmayan yaş grubunun etkileşimlerini görmeye başladık, bu bize alarm veriyor.
KBB hekimi olarak özellikle hangi gıdanın çok daha az tüketilmesini önerirsiniz?
Bugün hangi KBB hekimi ile konuşursanız, size kahvenin zararlarını anlatacaktır. Kahve edebi ile içildiği zaman problem yok, bu bir ya da en fazla iki fincandır. Şimdi 12-15, hatta 10 yaşındaki çocuklar kupalarca kahve içiyor. Uyarıcı olduğu için, kahve baş dönmesi sebeplerinden biri, reflü yapıyor ve uyku saatini bozuyor… Bu yeni alışkanlıkların değişmesi gerek. Asırlar önce Lokman hekim, “Yediğiniz, içtiğiniz ilaçtır.” diyor. Eğer doğru şeyleri yemez, içmezseniz bugün acı ilaca muhtaç olursunuz. Bu konuda bir toplum bilincine ihtiyacımız var.
İşitmede kaybı olan kişiler içe kapanıp, sosyal hayattan uzaklaşabiliyor. Günümüzde en çok hangi alışkanlıklarımız ileride işitme kaybına zemin hazırlıyor?
Çoğunlukla bunun sebebi de çevre kirliliği olarak adlandırdığımız ‘gürültü’. Underground mekânlar, yüksek volümlü müzik, trafik, sanal ortamlardaki yüksek efektler… Kulak bunlara belli bir yere kadar tolere ediyor ama ondan sonra zarar görmeye başlıyor ve akustik travma oluyor. Mesela stadyumda, rakip takımı baskılamak için çok büyük ses efekti yaratılmaya çalışılıyor. Aslında orada seyirci, ciddi bir akustik travmaya maruz kalıyor. İşitme kaybında sadece gürültü değil, kahve tüketimi, stres de önemli etkenlerden.
İşitme kaybı olan insanlarımız genelde bu rahatsızlıklarını kabul etmezler. Acaba işitme kaybının ilerleyen dönemlerde, Demans ve Alzheimer gibi hastalıklarda rolü var mı?
Zaten çoğunlukla ‘Benim işitme kaybım var’ diye gelmiyor insanlar. Özellikle yaşlı grubu, çocukları, ‘Annem, babam beni duymuyor, 3-5 defa tekrarlatıyor’ diye getiriyorlar. Tabii işitmede zayıflık yaşayan kişi, bir süre sonra insanlardan uzaklaşmaya başlıyor. Çocuğunu duymayınca, söylediklerini tekrar ettiriyor, çocuk da sinirleniyor. Tepkilerden sonra ilişkiler kopuyor. Kişinin kendini sosyal izolasyona alması, insanlarla konuşmamaya başlaması, maalesef erken demans ya da Alzheimer gibi hastalıkların alt yapısını oluşturuyor.
Kulak çınlaması çoğumuzun büyük sıkıntısı. Çınlamayı bastırmak için pratik çözümler üretecek tavsiyeniz var mı?
D.Ö: Bizim tedavideki temel prensiplerimizden biri, çınlamayı duymamayı sağlamaktır. Yatarken baş ucuna küçük bir radyo koyup, çınlamanızı saklayacak seviyede, sevdiğiniz bir müzik ya da su, yağmur sesini veya ‘White noise’ dediğimiz, iki fm istasyonu arasındaki sesi açarak, kulağınızdaki çınlamayı duymaz hale getirebilirsiniz. Bir süre sonra, beyin o sesi duymamaya başlayacaktır. Bizim tedavideki amacımız bu zaten. Ama tabii tedavi edilebilecek bulgular da var. Kireçlenme varsa, onu tedavi ederek çınlamayı yok edebiliriz. Çınlama çok geniş bir spektrum. Ama en çok gördüğümüz sebep, sinirsel tipte dediğimiz işitme kayıpları. Doğru zamanda bize muayeneye gelinirse bunların tedavileri var.
Hepimizin belki de yanlış yaptığı, kulak çubukları kullanmak. İçeride biriken kulak yağının bir hijyen problemi olduğunu düşünüyoruz, Bizim istemediğimiz kulak kirinin daha doğrusu o yağın bir işlevi, faydası var mı?
Öncelikle ona kulak kiri değil, ‘kulak wax’ı diyoruz. O pamuklu çöplere de kulak çöpü değil, pamuklu çöp diyoruz. Bunu ısrarla söylüyorum. Çünkü dünyanın en kötü ürünü, inanılmaz bir şekilde pazarlanıyor. Kulağınıza dirseğinizden küçük hiçbir şey sokmayınız. Kulağınızı o şekilde temizlemeyin…
Siz kulağınızı o tür ürünlerle temizlerseniz, kulağınızın bakım kremini yok edersiniz. Kulağınızı çok temizlemek istiyorsanız, parmağınıza bir peçete dolayın, sadece parmağınızın ulaşabildiği yerin dışını silin. Yani, bu kulak kiri değil, kulak için faydalı ‘bakım kremidir.’ Ayrıca zararlı değil, kulak için çok çok faydalıdır. Sizi dış kulak iltihabından korur, tozlar ona yapışır, mekanizması kendisini dışarı atmaya yöneliktir, kulak böylelikle kendini temizler. Siz onu iterseniz, kulağın kendini temizleyemeyeceği yere kulak yağını ulaştırırsınız. Ve son olarak, kulak çöplerini almayın, kullanmayın.
Hastalar burun estetiğini kendi KBB doktoruna yaptırmayı tercih edebiliyor.
Sadece güzelleşmek uğruna yapılan ‘burun estetiği’ için sizin önceliğiniz, bakış açınız ve tavsiyeniz nedir?
Biz KBB hekimleri için burun öncelikle nefes almak içindir. Güzel bir burun yapmak için o kişinin nefes almasını ya da yüzündeki oranı bozuyorsanız problem vardır. Ben çok burun estetiği yapıyorum ama hiçbir zaman bir hastamın burnunu bir başkasına göstermem. Doğrusu da budur. Çünkü her insanın başka bir orantısı vardır, malzemesi farklıdır. Birçok insan elinde fotoğrafla gelip “Ben burnumu böyle istiyorum” diyor. Fotoğrafla burun seçilmez. Bizim işimiz de aslında burnu güzelleştirmek değil. Çünkü güzel burun yoktur, güzel yüz vardır. Küçük bir burun küçük bir yüzde güzel durabilir ama büyük bir yüzde değil. Hasta ve hekim bu olgunluğa erişmeli. Bana burnunda küçük bir kemeri aldırtmak isteyen hastalarım oluyor ama buna asla el sürmüyorum. Çünkü küçük bir kemer sizin hem daha genç görünmenizi hem de yüzün daha dingin görünmesini sağlar. Çok az hastası olan hekimlerin de bu seçicilikte olduğunu biliyorum. Bu kemeri ameliyat etmeyelim diyecek samimiyette ve inandırıcılıkta olmalı hekimler.
Ses bozukluklarından da bahsedebilir miyiz? Güzel bir sesi nasıl tanımlarsınız?
Sesiniz sizi ele verir… Telefonda konuşurken, karşınızdaki kişi üzgün mü, sevinçli mi, hasta mı yoksa yorgun mu anlarsınız. Sesin gerçek parametresi kulaktır. Dünyanın en iyi ses laboratuvarına ya da en iyi ses analizi yapan bilgisayarına da sahip olsanız, hiçbiri kulak kadar güçlü değildir. Mesela Frank Sinatra’yı dinlerken güzel ses diyemiyorsunuz ama güzel yorum diyorsunuz, bu yıllarca kulağınızda kalacak bir etki yaratıyor. Ya da bir ses çok güzeldir ama bir kez dinlersiniz, bir daha dinlemek istemezsiniz. Dolayısıyla ses de burun gibidir. Güzel burun yoktur, güzel yüz vardır, ses de öyle. Her şeyi mükemmel bir ses vardır ama duygusu yoktur. Bazen profesyonel ses sanatçılarının seslerinde küçük polibi ya da nodülü oluyor. Ben onu ameliyat etmiyorum, çünkü onu ameliyat edersem o ses olmaktan çıkıyor, başka bir hale geliyor.
Bugün başarılı bir doktor hekim ilişkisini nasıl tanımlarsınız?
Biz lale devri çocuklarıyız. Bizim zamanımızda dijital pazarlama, sosyal medyadan hasta bulmak gibi şeyler yoktu. Çok hastamız olsun istemeyiz çünkü bir hekimin gün içinde ameliyat edebileceği hasta sayısı bellidir. Ayrıca hekimin tatili olmalıdır, yorulduğu günler, özel günleri vardır. Dolayısıyla hekim kendini ameliyat üreten bir fabrika gibi görürse, o hekimden kendine ya da hastalarına hayır gelmez. Hasta hekim ilişkisi enteresandır. Size canını, çocuğunu, annesini teslim eder, size para verir, daha sonra da sizin halkla ilişkilerinizi yapar. Sizi her yerde iyi anar ve bir ömür boyu minnet duyar.
Günümüzde hekimlerimizin birçoğu maalesef sosyal medya ile iç içe yaşıyor. Bu da hasta doktor ilişkisini temelden zedeliyor. Günümüzde hasta fotoğraflarını paylaşmak bildiğiniz gibi izne tabi. Bu ilişkide doktor egemen güç olduğu için, hasta izin veriyor ancak hekimin reklamını yapmaya yönelik bu uygulamalar bence etik değil, doğru bulmuyorum.